Gökçeada

Huzurlu, sakin, aynı zamanda sıkılmadan iyi vakit geçirebileceğimiz, fiyatların henüz uçmamış, kalabalığın bayıltmamış olduğu Gökçeada, bu yaz için bizim tüm tatil beklentilerimizi karşıladı. Ağustos'un ilk haftası, ileride hatırladığımızda hep güzel anacağımız 5 günümüze ev sahipliği yaptı. Aynı beklentilere sahip herkese tavsiye edebilirim bu adayı. 

İstanbul'dan arabayla yaklaşık 4 saatte Kabatepe'ye ulaştık. Önceden online bilet aldığımız için sıra beklemeden arabalı feribotla 1,5 saatte de Gökçeada'ya vardık. 

En başta şunu söylemeliyim ki, adaya mutlaka araçla gidilmesi gerekiyor. Plajlar ve köyler birbirine uzak mesafelerde. Deniz kenarı otel, pansiyon vs yok. Kamp yapmak için de ideal bir yer, plajlarda kamp alanları var. Her yer keçi dolu, yollarda her an karşınıza çıkabilirler, aman dikkat :) 

Biz merkezde, Vintage Inn Butik Otel'de kaldık. 6 odalı eski bir taş ev burası. Ufak tefek eksikleri olsa da genel anlamda memnun kaldık. Bahçesi çok keyifli, kahvaltısı çok çeşitli değil ama yeterliydi bizim için. 

Tatil hazırlığı yaparken, Gökçeada haritasının çıktısını alıp tavsiye edilen plajları, köyleri üzerinde işaretledim. Kafe ve restoranları da aynı sayfa üzerine not aldım. Bu bizim çok işimize yaradı. Kısa zamanda her yeri gezmek yerine, zaman kısıtlaması olmadan sadece belirlediğimiz yerleri gördük. Aydıncık Plajı, Laz Koyu ve Gizli Liman'ı çok sevdik. Yıldızkoy ise bizim gittiğiz gün çok rüzgarlıydı. Aynı zamanda plajı taşlık olduğu için orada denize girmedik. Ağustos ayı için düşünürsek genel olarak tüm plaj ve koylarda deniz ısısı idealdi.

Aydıncık Plajı, adanın en büyük ve en çok tercih edilen plajı. Upuzun, kumlu bir plajı var. Denizi, temiz ve sığ. Biz adada kaldığımız 2 gün buradaydık. Çocuklu aileler için en ideal yer burası. Her daim esen rüzgardan dolayı kiteboard ve rüzgar sörfü yapanlar için bir cennet. Bir çok sörf eğitim merkezi var. Aydıncık Plajı'nın sol tarafına yakın kısımda, yürüme mesafesindeki Tuz Gölü'ne gidip çamur banyosu yapmayı ihmal etmedik :) Kükürtlü çamurun bazı cilt hastalıklarına iyi geldiği söyleniyormuş. Yalnız balçıkların içinde yürümeye zorlandık ve çamurun kötü kokusuna pek fazla dayanamadık. Hemen denize geçip temizlendik :) 



Gizli Liman'a gitmek için biraz dar yollardan geçerek, adanın en batı ucuna ulaştık. Yolumuz merkezden yaklaşık yarım saat sürdü. Plaj çok tenhaydı. Diğer yerlere göre daha uzak kaldığı için sanırım çok tercih edilmiyor ama sakinlik arayanlar için burası biçilmiş kaftan. Burası bir koy olduğu için denizi çarşaf gibi, plaj kumlu değil ama çok küçük taşlardan oluştuğu için rahatsız etmiyor. Yalnız deniz çok çabuk derinleşiyor. Plajın tek bir işletmesi var, gözlemelerini sevdik.




Laz Koyu'nda denizin ve plajın özellikleri hemen hemen Gizli Liman'ınki gibi. Yalnız burası daha kalabalık. Büyük bir işletmesi var.




Gökçeada'ya gitme sebeplerimizden biri de güzel Rum köylerini görebilmekti. Taş binalar, dar sokaklar, taşlık yollar, köylerin yerlilerinin açtığı kafeler ve her birinin lezzetli tatlıları, kahveleri, güler yüzlü insanları, eski kiliseleri, okulları, hepsi bir bütün olarak çok güzeldi. Genel olarak oldukça küçük köyler, özellikle sabah saatlerinde gidip, kalabalığa kalmadan rahat rahat gezdik. Zeytinliköy, Kaleköy, Tepeköy ve Eski Bademli Köyü'nü gezdik ve zaman zaman oralarda yaşama hayalleri kurduk :)

Zeytinliköy, adını aldığı zeytin ağaçlarıyla karşıladı bizi. Çiçeklerle bezeli taş evleri ve birkaç kafesi ile renklenmiş meydanıyla adanın en çok ziyaret edilen köyü burasıymış. Rumların açtığı tatlı kafelerin hepsi çok güzel görünüyor. Biz Barba Hristo'nun çok övülen damla sakızlı muhallebisini yemek istedik. Meydanın yanından yukarı çıkan arnavut kaldırımlı dar sokağın sonuna doğru, 2-3 masalı sade bir yer. Damla sakızlı muhallebisi, benim sevdiğim gibi az şekerli ve çok lezzetliydi. 




Kaleköy, yüksek bir tepe üzerine kurulu, deniz ve gün batımı manzarasıyla ünlenmiş bir Rum köyü. Küçük bir limanı da var. Köyün meydanında ağaçlar altındaki geniş bahçesiyle Mustafa'nın Kayfesi ve İmroz Ekolojik Yaşam Atölyesi burada görülebilecek yerlerden. İmroz Ekolojik Yaşam Atölyesi'nde sabun, mum ve kolonya üretimi, aynı zamanda satışı da yapılıyor. Hediyelik bir şeyler almak için güzel bir alternatif. Aynı zamanda manzaralı bahçesi de çok hoş. Meydandan yukarı tırmanınca, eski zamanlardan kalma, bir kısmı yıkılmış kalenin olduğu tepeye vardık. Akşam yemeği eşliğinde gün batımı keyfini katmerlemek için İmroz Poseidon'a gittik. Mekan çok güzel, zaten bu manzarada neresi olsa güzel olur :) Rezervasyonsuz yer bulmak mümkün görünmüyor. Fiyatlar biraz yüksek ama balıklar ve mezeler oldukça güzeldi. 




Tepeköy, büyük bir meydanı olan, ara sokaklarında keşif yapmalık tatlı bir köy. Meydanda, köyün yerlilerinin ve turistlerin gittiği bir köy kahvesi var. Karşısında da akşam yemeği için gittiğimiz Angelikis. Kapalı manzaralı bir kısmı da var ama biz meydana kurulmuş masalarında otururduk. Köy düğününde gibiydik. Tepeköy'de doğup, büyüyen Angeliki Bey'in restoranı Türk yemeklerini de barındırsa da daha çok Yunan restoranı havasında. Yediğimiz her şey lezzetliydi. Porsiyonlar çok büyük ve fiyatlar ortalamaydı. 




Eski Bademli köyüne bir gün, henüz öğlen olmadan gittik. Arabayla park alanına gidene kadar oldukça dar ve taşlık yollardan geçtik. Tabelalar sizi köyün tek park alanına yönlendiriyor zaten. Biraz aşağıya yürüdüğümüzde gördüğümüz Rum bir ailenin işlettiği StenAda'ya bayıldık. Tüm içecekleri ve tatlıları ev yapımı. Limonatası çok güzel, karadut suyu bana çok tatlı geldi ama sevenler es geçmemeli. Sahipleri o kadar sıcak ve tatlı insanlar ki, sadece onlarla muhabbet etmek için bile gidilebilir. Gökçeada'nın görülmesi gereken yerlerini tek tek anlattılar bize. Oradan çıkınca dev gövdeli çınar ağacının altında serinlemeye ve yanındaki eski çamaşırhaneyi görmeye gittik. Ağacın hemen yanındaki patika yolu takip ederek Gökhan'ın Bal Çiftliği'ne uğradık. Sadece organik balların tadına bakmakla kalmadık, bizim gibi merak edip gelen birkaç aile ile birlikte bal ve polenlerle ilgili küçük bir bilgilendirme turuna katıldık. Bahçesi de, kendi yaptıkları ağaç ev de çocuklar için çok keyifli. Oradan ayrılırken lezzetli ballarından almayı ihmal etmedik. 



Ada merkezinde en sevdiğimiz cadde, girişinde İş Bankası'nın olduğu, trafiğe kapalı Kadri Üçok Caddesi'ydi. Tatlı kafe ve restoranları olan küçük bir cadde. Burada yemek yemek için ilk tercihimiz Gastronomi Atölyesi oldu. Yemekleri çeşitli, güzel ve fiyatlar uygun. Tek sıkıntı genelde yoğun olduğu için servis oldukça yavaş. Karidesli mantısı (kızartma olduğu için biraz yağlı olsa da) ve deniz mahsüllü makarnası denemeye değer. 

Yine merkezde ana caddenin bir üst paralel caddesinde olan Ada Mantı, bizim gibi hamur düşkünlerinin uğraması gereken yerlerden biri. Mantılarının yanında patlıcanlı, kıymalı ve yoğurtlu, mantı görünümlü gözlemeleri de farklı bir lezzet arayanlar için güzel. Porsiyonları oldukça büyük. Hemen yanındaki Bi Yer Dükkan da çok tatlı bir yer. Karnımız tıka basa dolu olduğu halde damla sakızlı muhallebisinden yedik, gayet güzeldi. Farklı yemek alternatifleri de var. 

Dondurma için Alomiya ve Meydani Pastanesi'ni tavsiye ederim. Adadaki dondurmalar genelde keçi sütüyle yapılıyormuş. Meydani Pastanesi'nin bademli un kurabiyesi tadındaki efibadem kurabiyesi de çok güzel. Hediyelik kutularda da satılıyor. 

Adaya gidip dağ kekiği ve efibadem kurabiyesi almadan, keçilerle selamlaşmadan, geceleri yıldızlarla dolu gökyüzüne bakmadan, sakin koylarında balıklarla yüzmeden (dikkat: sabit durursanız bazen ısırıyorlar :)), Rum köylerinin dar sokaklarında gezip tatlı insanlarıyla tanışmadan, damla sakızlı muhallebi yemeden, Kaleköy'de güneşi batırmadan dönmeyin...