Güzeldin Londra... O kadar turist boşu boşuna bunca yıl ziyaret etmemiş seni :)
Uzun zamandır gitme planları yaptığımız Londra'ya mayısın son haftası kavuştuk. 4 gece oradaydık, planladığımız hemen hemen her yeri görme şansı bulduk. Şehrin her yerine otobüs ve metroyla rahatça ulaştık, tabi aynı zamanda aşırı yürüdük. Yürümenin avantajı, bir yerden başka bir yere geçerken arada gördüğünüz harika sokaklar, evler, tarihi binalar...
Gelelim şimdi ayrıntılara... Sabah erken saatteki İstanbul - Londra Stansted Havalimanı uçumuz 4 saat sürdü. Otelimizin olduğu South Bank'a doğru gitmek için havalimanında -1. kattan trene ulaştık. Yaklaşık 50 dakikalık yolculuk sonrası son durakta inerek taksiye bindik, 10 dakika sonra otelimizdeydik. Otelimiz Sea Containers konumuyla, konforuyla süperdi.
Otelde kısa bir dinlenme sonrası attık kendimizi sokaklara. Thames Nehri kıyısından yürüyerek birkaç dakikada Avrupa'nın en büyük dönme dolabı olan London Eye'a ulaştık. Tarihi bir yer olmamasına karşın (1999 yılında açılmış) inanılmaz talep gören bir yer, önündeki kuyruk hiç bitmiyor. Manzarası güzel ama dönme dolaba binmek bize cazip gelmedi. Çok yavaş hareket ediyor ve cam kabinlerin içinde yarım saat tıkılı kalıp yüksek bir rakam ödemeniz gerekiyor. Yine de tercih meselesi tabi :) Otelimize yakın olduğu için defalarca yanından geçtik, izlemesi keyifli, özellikle akşam saatlerinde Thames Nehri'ne yansıyan ışıkları ile çok hoş görünüyor.
İkinci günümüze sabah erken saatlerde Westbourne Park Road'dan yürüyerek Notting Hill ile başladık. O güzelim sıra sıra dizilmiş pastel renklerde evleri, çiçeklerle, ağaçlarla bezeli sokakları, hediyelik eşya ve antika ürünler satan dükkanları ve meşhur Notting Hill filmindeki kitapçısı (şimdi hediyelik eşya dükkanı olmuş) ile görülmeye değer yerlerden.
Sonraki durağımız Kensington Bahçeleri'nin içindeki Kensington Sarayı oldu. Kraliyet ailesinin yaşadığı sarayın mimarisi, bahçesi ve heykelleri ile güzel bir atmosferi var. Bu sarayın ve diğer sarayların ücretli gezilen kısımları da var ama biz girmedik. Bahçesinden izlemek yeterli geldi :)
Doğal Tarih Müzesi (Natural History Museum), Güney Kensington bölgesinde bulunan muhteşem binası, özellikle bizim ilgimizi çeken dinazorlar bölümü ve birçok alanı ile daha önce gördüğümüz müzelerden farklı ambiyansta bir yer. Çocuklu olmayanlara bile öneririm :) Bu şehrin tüm müzelerinin ücretsiz olması mükemmel bir ayrıntı. Ancak mutlaka sitelerinden rezervasyon yaptırmak gerekiyor. Aksi takdirde uzun kuyrukları beklemek gerekir.
Bilim Müzesi (Science Museum) da hemen aynı sokakta. Uzaya giden roketler, astronot kıyafetleri, arabalar, çocuk aktivite alanları ile yine görülmeye değer bir yer.
Harrods, Londra'nın meşhur alışveriş merkezi. Sadece merakımızdan bir tur atıp çıktık. Lüks markalara ve şık restoranlara ev sahipliği yapıyor. Bizim gibi kendi halinde turistlere hitap etmiyor, gitmesek de olurmuş :)
Günün son durağı, otele yürüme mesafesindeki Tate Modern oldu. Orijinal binası, manzaralı terası, çimlere yayılmalık bahçesi, ulusal ve uluslararası birçok eseriyle benim gibi müze gezmeyi sevenler için bir nimet burası.
Üçüncü güne Londra'nın ikonik köprüsü Tower Bridge'le başladık. Şehrin iki yakasını birbirine bağlayan, ikiz kuleli, açılır, kapanır tarihi bu köprüyü görmeden olmazdı tabi. Köprünün üstünden yürümek kadar, alt kısma inip aşağıdan izlemek de ayrı keyifli.
Köprüden sonra Aziz Paul Katedrali'ni görmeye gittik. Yüksek giriş ücretlerinden dolayı içine girmedik. Çok büyük ve güzel bir katedral, bütününü görmeniz için iyice uzaklaşıp bakmanız gerekiyor :)
Trafalgar Meydanı, uzun yürüyüş maratonumuzun ilk durağı oldu burası. Adını Trafalgar Savaşı'ndan almış. Büyük bir anıtı ve çocukların uğrak noktası taş aslanları ile popüler. Taksim Meydanı'nı andırıyor. Meşhur National Gallery de burada.
Piccadilly Meydanı (Piccadilly Circus) şehrin en canlı, hareketli bölgelerinden biri. Burada ufak bir alışveriş molası sonrası Çin Mahallesi'ne (Chinatown) vardık. Restoranları, dükkanları ve ağırlıklı olarak Çinli turistleri ile küçük bir dünya burası. Sokağın girişindeki orijinal kapıdan girip kırmızı balonlarla süslü güzel sokağını gezdik. Buradan sonra Soho'nun merkezine uğrayıp bar, gece kulubü ne varsa gezemedik tabi ki, çocuğumuzla sokaklarını turlayıp güzel parkında çimlere yayıldık :) Sonra da Covent Garden'ı şöyle bir dışarıdan görüp giriş saatimiz geldiği için koştura koştura British Museum'a ulaştık.
- Genelde söylendiği gibi Londra çok pahalı, bizim paramızın değeri de oldukça düştüğü için fiyatlar iyice şişiyor maalesef.
- Toplu taşıma için kredi kartımızı temassız olarak kullandık, biletle uğraşmamak kolaylık oldu. Metroda ve trende hem girişte, hem de çıkışta okutuyorsunuz kartınızı.
- Şansımıza yağmura denk gelmedik, hava sıcaklığı 20 derece civarlarındaydı, sabah erken saatlerde zaman zaman serindi.
- Çikolata vs hediyelik bir şeyler almak isterseniz Tesco marketler genele göre uygun.
- Hemen otelimizin alt tarafında olduğu için keşfettiğimiz Suck Uk hediyelik orijinal ürünler satan güzel bir dükkan. Fiyatların yüksek olduğunu söylememe gerek yok sanırım :)
- Her yer çok güzel ama özellikle şu binaları görmek için bile gidilir :)