Mardin, Diyarbakır, Hasankeyf

Mardin; farklı dillere ve dinlere kucak açmış, tarihiyle dillere destan masallar şehri... Yıllardır görmek istediğim bu güzel şehre, nihayet geçen hafta kavuştum. Mardin'in hiç unutmayacağım, ileride hatırlayabilmek için mümkün olduğunca ayrıntılı yazmaya çalıştım. Hadi başlayalım :)

Mardin'i rehber eşliğinde gezebilmek ve mümkün olduğunca çok yer görebilmek için turla gitmeye karar verdik. 2 gece, 3 günlük Mardin & Midyat turuna katıldık, ailem ve canım kardeşimle. Üstelik Diyarbakır ve Hasankeyf'i de görebilmek bonus oldu bizim için.

Cuma sabahın köründe bindiğimiz uçak sayesinde 8:30 gibi Diyarbakır'daydık. Aslında planda Diyarbakır gezisi yoktu ama tur rehberi sağolsun Mardin'e geçmeden önemli birkaç yeri gezmemizi sağladı.

Diyarbakır'da ilk durağımız Hasan Paşa Hanı'ydı. Osmanlı döneminde, kervanların dinlenme tesisi olarak yapılan bu han, 2 katlı ve geniş bir avluya sahip. Turistlerin odak noktası olduğu için kalabalık ve hareketli bir yer. Meşhur Diyarbakır kahvaltısını buradaki mekanlardan birinde deneyimlemiş olduk. O kadar çok çeşit vardı ki, masada tabağımızı koyacağımız alan kalmamıştı :) Bunun yanında alt katta bir çok hediyelik dükkanı da mevcut. 

Ulu Cami: Anadolu'nun bilinen en eski camisiymiş. Kare planlı minaresi ve gri tonlarındaki taşları ile dikkat çeken güzel, büyük bir cami. Ayrıca avlusunda, El Cezeri tarafından yapılan güneş saati bulunuyor. 

Şeyh Mutahhar Cami: Bu caminin özelliği de Anadolu'nun dört ayaklı minaresine sahip tek camisi olmasıymış. Dört ayak, dört İslam mezhebini temsil ediyormuş ve inanışa göre sütunların altından geçenin dileği kabul oluyormuş. Denedik biz de bakalım göreceğiz :)


Meşhur Mardin türküsünde geçen ve Diyarbakır surlarının dört kapısından biri olan Mardin Kapısı buradaki son durağımızdı. Otobüsle Mardin'e doğru yola çıktığımızda On Gözlü Köprü'yü (Dicle Köprüsü) geçerek Diyarbakır gezimizi tamamlamış olduk.

Birkaç yıl önce çatışmaların yaşandığı ve insanların evlerinden, dükkanlarından olduğu Diyarbakır'da güvenli bir şekilde gezebilmek, hem içimizi burktu, hem de o günlerin geçmişte kalmış olmasıyla mutlu olduk. Umarım tarihte bir daha böyle şeyler yaşanmaz. 


Yaklaşık 1,5 saatlik yolculuğun ardından nihayet Mardin'e kavuştuk.

Mardin, eski Mardin ve yeni Mardin diye adlandırılan bambaşka iki dünyadan oluşuyor. Sit alanı olarak ilan edilen eski Mardin; tarihi taş yapıları, dar sokakları ve manzarası ile gerçekten gündüz ayrı, gece ayrı güzel. Birçok yerde söylendiği gibi aslında "gündüzü seyranlık, gecesi gerdanlık"... Yıllarca filmlerde ve dizilerde gördüğümüz sarı kalker taşları ile bezeli evlerin olduğu dar sokaklarda gezmek, gezimizin en keyifli kısımlarındandı. Yine bu bölgede 1. Cadde olarak geçen kısım dükkanlarıyla meşhur eski Mardin'in çarşı kısmı. Kuruyemişçiler, buranın meşhur şarabı olan Süryani şarabının satıldığı dükkanlar ve restoranlarla bezeli uzun bir çarşı. 

Kırklar Kilisesi (Mor Behnam ve Kız Kardeşi Saro Kilisesi): Eski Mardin sokaklarında gezerken gördüğümüz bu kilise 4. yüzyılda inşa edilmiş. Taş oymacılığı ile yapılmış kısımları ile eşsiz örneklere sahip.

Mardin Müzesi: Eski Mardin'de Cumhuriyet Meydanı'nda yer alıyor. 3 katlı binada etnografik ve arkeolojik önemli eserler bulunuyor. Müze kart geçerli.

Mardin Ulu Cami: Buranın en eski camisiymiş ama günümüze kadar birçok onarımdan geçmiş. Çift minareli yapılmış ama bir minaresi yok, tam olarak nasıl yok olduğu da bilinmiyormuş. Minarenin üzerindeki işlemeler inanılmaz güzellikte. Avlusunda oturup huzur bulmalık bir cami burası. Her şehirde bir Ulu Cami var anladığım kadarıyla :)


Yeni Mardin ise klasik şehir kısmı. Bizim otelimiz Falaylar Suit Hotel bu bölgedeydi. Otel çok konforlu, temiz, suit odaları olan güzel bir otel ancak turla gitmiş olmasaydık eski Mardin tarafında taş evden yapılma bir otelde kalmayı tercih ederdik.

Deyrulzafaran Manastırı (Mor Hananyo Manastırı): Giriş kısmından ihtişamıyla kendini gösteriyor bu manastır. Süryaniler için çok önemli bir geçmişe sahip, uzun yıllar patrik merkezleri burası olmuş. Romalılar döneminde kale olarak kullanılmaya başlanmış, daha sonra manastıra çevrilmiş ve Süryaniler hala aktif olarak kullanılıyor. Manastırda belirlenen saatlerde öğrencileri rehberlik yaparak gezdiriyor. Manastırın içinde Süryaniler'den önceki dönemden kalma Güneş Tapınağı, kiliseler ve Patrik mezarlığı bulunuyor. Bölgenin ilk matbaası da burada. Yöreye özgü çay ve kahvelerini tadabileceğiniz geniş de bir kafesi bulunmakta. 

Kasımiye Medresesi: Odacıklarla çevrili, büyük bir avluya sahip bu açık medresenin küçük bir de havuzu var. Çeşmeden akan suyun havuza doğru akışı, doğum ve ölüm arasındaki zamanları simgeliyormuş. Taş mimarisi, gün ışığı ile buluşunca çok güzel fotoğraflar çıkıyor bu medresenin her köşesinde. 


Dara Antik Kenti: Burası gerçekten muazzam, görüp etkilenmemek elde değil. Güneydoğu Anadolu'nun Efes'i olarak bilinen Dara Antik Kenti, Romalılar tarafından inşa edilmiş, içinde kiliseler, sarnıçlar, toplu mezarlar bulunan çok büyük bir alan. Özellikle toplu mezarların (nekropol) olduğu kısım çok etkileyici. Bölgenin bilinirliğinin artmasında yöre halkından Mehmet Kaya'nın büyük katkısı olmuş. Hatta çabalarıyla evinin altında büyük bir su sarnıcı keşfedilmesini sağlamış. Buraya gidenlerin bu sarnıcı görmesini ve Mehmet Bey'in gönüllü rehberliği ile kentin tüm kısımlarını gezmelerini öneririm. Ayrıca kendi evlerinin bahçesinde nar ağaçlarının altında dinlenirken, naneli ayranlarını da tadabilirsiniz.


Mor Yakup Kilisesi: Nusaybin'de dünyanın ilk üniversitesi olduğu söylenen bu kilise tıpki diğerleri gibi etkileyici bir işçilik örneği. Bahçesinde de birçok eser kalıntısı bulunuyor. Aynı zamanda hemen yanındaki Zeynel Abidin Camii ile farklı din ve kültürleri bir arada tutan tarihi yapılara örnek teşkil ediyor.


Beyazsu Vadisi: Midyat ile Nusaybin arasında kalan bölge, bu kadar kurak bir coğrafyanın içerisinde bizi suyla buluşturan ilk yer oldu. Burada yemek yerken aynı zamanda ayaklarınızı suya sokup serinleyebiliyorsunuz. Mutlaka görülmesi gereken bir yer olduğunu düşünmüyorum ama buradan geçenlerin, özellikle yaz aylarında serinlemek isteyenlerin uğrayabileceği bir yer.

Dereiçi (Kılıt Köyü): Savur ilçesindeki bu Süryani köyünden 60'lı yıllarda Almanya'ya göçler başlamış ve köy şu anda yalnızca 5 ailenin yaşadığı terk edilmiş bir köye dönüşmüş. Süryani köyü olmasına rağmen zamanında yapılan bir camisi bile var. Buradaki Mor Yuhanun Kilisesi'ni köyün gönüllü rahibi tarafından gezip gördük. Köyün bir de üzücü bir hikayesi var; 90'lı yıllarda göçlerden boşalan köyü tekrar cazip hale getirmek isteyen muhtar Bünyamin Cerciş, bir şarap fabrikası inşa ettirmiş ve açılışa günler kala öldürülmüş. Maalesef ailesi köyü terk etmek zorunda kalmış ve fabrika da açılamamış. Mezarı kilisenin bahçesinde bulunuyor. 2019'da vizyona giren Kapı filmi de bu köyde çekilmiş. 


Midyat: Merkezi Eski Mardin'e oldukça benziyor. Çarşısı çok hareketli, birçok şarap dükkanı, hediyelik eşya dükkanı ve tabi her yerde ikram edilen renkli badem şekerleri, Mardin çörekleri burada da bol bol mevcut. Midyat Konuk Evi: Sıla dizisi burada çekildiği için adı Sıla Konağı olarak da geçiyor. Müze gibi kullanılan 3 katlı, çok güzel bir konak. Özellikle en üst katından görebileceğiniz harika bir manzarası var. Ancak turist akınından dolayı özellikle merdivenlerini inip çıkmak oldukça yorucu. Hemen konağın altındaki çarşıda, gümüş işleme sanatı olan telkari ile yapılmış birçok el emeği ürün mevcut. Belli saat aralıklarında telkari ustası, gümüşün işlenme aşamalarını gösteren bir sunum yapıyor. Civarda birkaç konağın yer altı mağarası da mevcut. Ancak rutubetli havasından dolayı kısa sürede bakıp çıkmak yeterli. Son olarak Midyat'ın güzel sokaklarını gezdikten sonra Gelüşke Han'da kahve molası verdik ve merkezden ayrıldık.


Mor Gabriel Manastırı (Deyrulumur Manastırı): Midyat'ta bulunan bu manastır kurulduğu günden beri aktif olan en eski manastırmış. Ağaçlarla çevrili güzel bir yürüyüş yolu sonrası ihtişamlı bir yapı karşıladı bizi. Manastır görevlileri belirli saatlerde rehberlik yaparak içeriyi gezdiriyor. Ana kilise, Meryem Ana Kilisesi, Vaftiz Odası ve Azizler Evi ziyaret edilen kısımlar. Kiliselerin tavanlarındaki mozaik taşlar çok güzel, altın kaplama süslü (maalesef bir kısmı harap edilmiş) tavanda da inanılmaz bir işçilik var. Manastırın en etkileyici kısmı ise bence Azizler Evi. Nişlerin içinde 12.000 rahibin mezarı olduğu düşünülüyor. Manastıra ismini veren Mor Gabriel'in mezarı ise diğerlerinin aksine yerde, mütevazi bir mezar. Gezdiğimiz manastırların hepsi birbirinden güzel ama tek bir yeri görme şansım olsa burayı seçerdim.


Hasankeyf; İnsanoğlunun en eski yerleşim yerlerinden biri olan Batman'daki bu güzelim yerin maalesef büyük bir kısmı sular altında. 12.000 yıllık tarihi olan ve el üstünde tutulması gereken bu bölgeyi keşke bu hale gelmeden görebilseydik. Neyse ki bazı önemli eserler suyun dibini görmeden başka yerlere taşınmış. Bazıları ise üstü beton kaplanarak yerin dibinde kalmış. Bunun yanında evlerinden, dükkanlarından olan yerel halk da çok dertli. Bazı gönüllü rehberler Hasankeyf'in tarihini ve bugüne kadar geçirdiği süreçleri anlatıyor. Esnafa destek olmak için hediyeliklerden alıp, kafelerinde bir şeyler içebilirsiniz. Biz yöreye özgü Hilve kahvesini tattık. İçinde ceviz, fıstık, kuru incir parçaları olan sütlü bir kahve çeşidi. Dicle Nehri'nin rengi o kadar güzel ki, tüm sıkıntıların yanında manzarasını görmek için bile buraya gelinir. 


Sıra notlarda :)
  • Yemek konusunda biraz hayal kırıklığı yaşadık. Bir akşam kendimiz çıktık, onun dışında turun götürdüğü yerlere gittik. Yemekler kesinlikle kötü değildi ama çok lezzetli, unutulmayacak tatlar değildi. Sadece eski Mardin'de kendi gittiğimiz Doboo Restaurant'ı önerebilirim. Yerel lezzetleri denedik, memnun kaldık. Ne yalan söyleyeyim Mardin kebabı bir Adana ya da Urfa kebabı kadar lezzetli değil :)
  • Mardin esnafı inanılmaz ikram sever, her dükkanın kapısından geçişinizde bir şey ikram ediliyor, satın almanızı kimse önemsemiyor, yiyin yeterli onlar için :) 
  • Biz badem şekeri, lokum vs alışverişlerimizi Artukbey'den yaptık. Farklı kahve çeşitleri de mevcut. Ayrıca Mardin çöreği, Süryani şarabı ve Süryani nazar boncuğu olarak geçen mavi taşlı hediyelikler her yerde mevcut.
  • Biz eylülün sonlarında oradaydık, hava sıcaklığı 25 derece civarlarındaydı ve çok idealdi. Akşam üstü hafif serinlediği için ince bir ceket yeterli oluyordu.
  • Bu tatilimize eşlik eden canım kardeşime de sevgiler :)

Günün birinde tekrar gidebilmek dileğiyle...