Bir turist ne isterse hepsi var İtalya'da. Tarih, sanat, herkese hitap eden lezzetli bir mutfak... Hangi şehri daha güzel karar veremedim, hepsinin ayrı bir güzelliği, ayrı bir cazibesi var.
Bu ayın ilk haftası, çekirdek ailemle birlikte 7 gecelik bir İtalya turuna katıldık. 3 gün doya doya Roma, 1 gün Floransa ve Montecatini, 1 gün Toscana güzelleri; Siena, San Gimignano ve Pisa, 1 gün Venedik, 1 gün de Verona ile Garda Gölü'nü gezdik. Gidişimiz Roma'dan, dönüşümüz ise Venedik'tendi.
Uzun, yorucu, temmuz ayı olduğu için arada sıcak basmalı :) tarihe, sanata ve karbonhidrata doyduğumuz çok güzel bir tecrübeydi. Turla gitmenin en büyük avantajı ulaşım kolaylığıydı. Tur olmadan gitseydik, bu sürede bu kadar yer gezmemiz zor olurdu. Araba kiralamaya ve tamamen merkezi yerlerde kalmaya kalksak, o zaman maliyet inanılmaz artardı. Turun dezavantajı ise istediğiniz yerde istediğiniz kadar kalamamak. Onun için de serbest zamanlar var neyse ki. Bu sürede koştur koştur az önce önünden geçtiğiniz katedralin içini gezmeye gidebiliyorsunuz.
İtalya'daki ilk durağımız Roma; iyisin, hoşsun ve eşsizsin orası kesin ama temmuz başı bu kadar sıcak olmak zorunda mıydın? :) İlk gün hava 35 derece civarındaydı. Neyse ki Roma'da her yer buz gibi sular akan çeşmelerle dolu. Her gördüğümüz yerde kendimizi bol bol sulayarak yürümeye devam edebildik. Birinci gün turla, ikinci ve üçüncü gün ise kendimiz gezdik. Otelimiz, merkeze uzak mesafede olması dışında sorunu olmayan B&B Hotels'di. 2 gün boyunca merkeze gidiş, dönüş için Uber kullandık.
Roma'da 3 gün boyunca gezdiğimiz yerleri, gidiş sırasıyla olmadan aşağıda yazdım. Merkezdeyken yürüyerek her yere ulaşmak mümkün. Her zamanki gibi haritaya gezmek istediğimiz yerleri işaretleyerek yol üstü güzergahına göre gezdik. Biraz kısa ziyaretlerle 2 günde, keyfini çıkararak 3 günde tüm Roma, Vatikan dahil rahatlıkla gezilebilir.
Kolezyum (Flavianus Amfitiyatrosu): Roma'nın hatta belki İtalya'nın en büyük simgesi, amfitiyatroların en ünlüsü. Gerçekten etkiliyeci, dev bir yapı. Zamanında en büyük arena olarak inşa edilen bu alan; gladyatör dövüşleri, vahşi hayvan gösterileri gibi acımasız birçok etkinliğe ev sahipliği yapmış. Her ayın ilk pazar günü giriş ücretsiz oluyormuş. Biz de o güne denk geldik ama girişte çok uzun bir sıra olduğu için, iç kısmını gezemedik.
Roma Forumu (Forum Romanum): Hemen Kolezyum'un yanı başında, Antik Roma döneminin siyasi, sosyal ve dini yaşam merkezi olarak kullanılan kısmı. İçindeki sütün ve tapınaklar zarar görmüş ama yine de o günleri gözünüzde canlandırmanıza yetecek kadar korunmuş. Hava aşırı sıcak olduğundan içine girip kalıntıların arasında gezinemedik ama yukarıdan manzarasını izlemek de gayet keyifliydi.
Trevi Çeşmesi ya da daha çok bilinen adıyla Aşk Çeşmesi (Fontana di Trevi): Roma'ya gelip buraya uğramayan yoktur sanırım. Kesinlikle basit bir çeşme değil, sokağa girdiğiniz anda beyaz heykellerin ihtişamı, suyun turkuaz rengi büyülüyor insanı. Oldukça büyük bir çeşme ama sokak dar bir sokak olduğu için turist kalabalığından, o bölgeden yürüyerek geçmek bile zaman alıyor. Biz çeşmenin yanına inmeden uzaktan savurduk bozuk paramızı. Belki gerçekten işe yarıyordur ve tekrar gideriz Roma'ya :) Benim en çok hoşuma giden kısmı ise çeşmeden toplanan paraların Caritas Yardım Kuruluşu'na gitmesi oldu. Çeşmeye farklı zamanlarda gitmemize rağmen hep çok kalabalıktı. Bir keresinde suyu boşaltılmış, paralar toplanıyordu. Gitmeden bakım saatlerini kontrol etmekte fayda var.
Pantheon: Antik dönemde tüm tanrıların tapınağı olarak inşa edilmiş, günümüzde kilise olarak kullanılan sütunları ve geniş beton kubbesiyle meşhur göz alıcı bir yapı. Kubbenin ortasındaki açık pencere (oculus), yapının tek ışık kaynağı. Yağmurlu bir günde denk gelip, içeriye düşen damlaları izlemek keyifli olabilirdi. Ortadaki havuzu, içindeki İtalyan kralların ve sanatçıların mezarlarıyla çok orijinal bir yapı. Ünlü sanatçı Rafael'in mezarı da burada. Erken saatlerde gittiğimiz için sıra beklemedik. Giriş ücreti 5 euro.
Hadrian Tapınağı: İmparator Hadrianus'a adanmış bu tapınağın günümüzde 15 metre yükseklikteki 11 adet sütunu ayakta kalmış. Piazza di Pietra isimli güzel meydanda, Pantheon'a çok yakın mesafede.
Via del Corso: İstiklal Caddesi'nin Roma versiyonu cadde. İspanyol Merdivenleri'nin tam karşısındaki sokaktan başlayan uzun bir cadde. Özellikle lüks markalarla bezeli. Santi Ambrogio e Carlo al Corso Bazilikası da bu cadde üzerinde.
Aziz Ignatius Kilisesi (Sant'Ignazio): Ressam Andrea Pozzo tarafından yapılan, tavana kubbe hissiyatı veren eserleriyle ünlü bu kilise, mutlaka görülmesi gereken yapılardan. İçeride uzun vakit geçirme garantili, çünkü özellikle tavan kısmı gerçekten muazzam. Kilisenin giriş kısmına, tavandaki eserlerin incelenebilmesi için büyük bir ayna konmuş. Ancak o ayna daha çok selfie çekim noktası olarak kullanıldığı için uzun bir kuyruk vardı önünde. O kuyruğa hiç girmeden direkt kiliseye giriş mümkün :)
Galleria Sciarra: Şehrin her yeri sanat ve ne zaman nerede karşınıza size seyir zevki yaşatacak bir şey çıkacak belli değil. Roma'nın varlıklı ailelerinden Sciarra ailesi için inşa edilmiş bu pasaj da küçük bir alan ama duvardaki işlemeleri, renkli camları ve cam tavanıyla tam olarak o hissi yaşatıyor. Biz gittiğimizde bir kısmı kapalıydı ama yine de güzel kareler yakaldık :) Konum olarak Trevi Çeşmesi'ne yakın.
II. Vittorio Emanuele Abidesi (Altare della Patria): Roma’nın merkezinde yer alan Venezia Meydanı'nda yer alıyor. Birleşmiş İtalya Krallığı'nın ilk kralı II. Vittorio Emanuele'yı onurlandırmak için yapılmış bu yapının en önemli özelliği tamamının saf mermerden yapılması, kralın tasvir edildiği bronz heykelleri ve sütunları.
İspanyol Merdivenleri (Piazza di Spagna): Yıllar önce, Roma halkı buluşma noktası olarak kullandıkları bu merdivenlere bir isim vermek istemiş ve aynı sokakta yer alan İspanya Büyükelçiliği'nden feyz alarak bu isimle anmaya başlamışlar. 135 basamaklı merdivenlerin tepesinde Trinità dei Monti Kilisesi var. Birkaç yıl önce merdivenlere zarar gelmemesi için önce yemek yemek, sonra üzerinde oturmak yasaklanmış. Biz yaklaşık 10 dakika kadar kaçamak yapıp oturduk ama sonunda polisler gelip bizi ve diğer turistleri kibarca kaldırdı :) Merdivenlerin ön tarafındaki Fontana della Barcaccia isimli yarı batmış gemi şeklindeki çeşme de oldukça orijinal bir yapı.
Navona Meydanı (Piazza Navona): Sant'Agnese in Agone Kilisesi ve çeşmeleri ile ünlü, turistlerin günün yorgunluğunu atmak için bankalarını ele geçirdiği, sokak sanatçıları ile bezeli, büyük, güzel bir meydan. Zamanında stadyum olarak kullanılan meydanın tam ortasındaki Dört Nehir Çeşmesi (Fontana dei Quattro Fiumi) Nil, Tuna, Ganj ve Río de la Plata Nehirleri'ni sembolize ediyormuş. Çeşmenin ortasında da bir dikilitaş var.
San Luigi dei Francesi: Piazza Navona yakınlarındaki bu kilise özellikle tavandaki işlemeleri ve içindeki şapelleri ile görülmeye değer. Aziz Matta'nın hayatını konu alan dünyaca ünlü bazı tablolar da burada.
Via dei Coronari: Piazza Navona yakınında bu dar ve uzun cadde en sevdiğim yerlerden oldu. Antikacıları, orijinal hediyeler satan dükkanları, Arnavut kaldırımları, sarmaşıklı binaları ile keyifli bir cadde. Trastevere'deki caddeleri andırıyor.
Trastevere: Roma'yı ikiye bölen Tiber Nehri'nin batı tarafında kalan bu bölgeye bayılmamak mümkün değil. Arnavut kaldırımlı dar sokaklar, renkli evler, panjurlar, sarmaşıklarla kaplı binalar, sokağa yayılmış buram buram pizza kokan restoranlar, güzel kilisesi, tepesindeki çeşmesi, şehir manzarası derken çok fazla şey vadediyor. Yarım günde tamamını gezdik.
Fontana dell'Acqua Paola: Janiculum Tepesi'ne doğru çıkarsanız hem bu güzel çeşmeyi, hem de şehir manzarasını görmeniz mümkün. Trevi Çeşmesi'ne ilham olmuş bu çeşme onun kadar büyük ve popüler değil ama görülmeyi hak ediyor.
Vicolo del Cinque, Via Della Scala, Via del Moro ve Via della Lungaretta Sokakları'nı haritadan seçip tek tek gezdik. Sanırım erken saatlerde gittiğimizden tüm sokaklar sakindi, rahat rahat gezdik.
Santa Maria Maggiore Bazilikası: Küçük bir meydan olan Santa Maria Meydanı'nda yer alıyor. Roma'daki en eski bazilikalardan biriymiş. Tepesindeki çan kulesi, içindeki altın yaldızlarla süslenmiş tavanı, renkli mozaikleri ile kesinlikle görülmesi gereken bir yer.
Sant'Angelo Kalesi ve Köprüsü: İmparator Hadrianus tarafından, Tiber Nehri üzerine yaptırılan 12 heykelli köprü, dini törenlerde Vatikan'a giden ana yol olarak kullanılıyormuş. İmparator kaleyi ise kendisi ve ailesi için anıt mezar olarak yaptırmış. Daha sonra kale ve hapishane olarak kullanılmış. Roma'da gezerken burada çok fazla yeşil alan ve park yok diye düşünüyordum. Ta ki kalenin arka tarafını görene kadar. Yoga yapanlar, ağaçların gölgesinde nefeslenenler, parkta oynayan çocuklarlarla turist kalabalığının olmadığı güzel bir dinlenme alanı.
Vatikan: Dünyanın en küçük ülkesi, Hristiyanlık'ın Katolik mezhebinin merkezi, Papa'nın ikametgahı, sayısız sanat eserine ev sahipliği yapan, yaklaşık 1000 kişilik nüfusa sahip eşi benzeri olmayan bir yer. Sant'Angelo kalesinin solundan yürüdüğünüzde adım adım yaklaşıyorsunuz Vatikan'a.
Aziz Petrus Meydanı (San Pietro): Etrafında Bernini tarafından yapılan sütunlar ve üzerlerindeki heykelleri, orta alanda bir Mısır dikilitaşı ve karşısında muhteşem yapı Aziz Petrus Bazilikası (San Pietro Bazilikası) olan meydan. Dünyada en çok turist çeken yerlerden biri olduğu için oldukça kalabalık.
San Pietro Bazilikası: Bugüne kadar gördüğüm tüm kiliseler arasında açık ara en güzeliydi. Dünyanın en büyük kilisesi, ismini Katolik kilisesinin ilk papası olan Aziz Petrus'tan alıyor. Yapımı 120 yıl süren kilisenin ana mimarı Michelangelo. Özellikle kilisenin dev kubbesi ve içindeki Pietà heykeli onun eserleri. Biz bazilikanın kapanmasına 1 saat kala gittiğimiz için çok kısa bir kuyruk bekleyerek içeriye girdik ve en hızlı şekilde her noktasını gezdik. Hem dini açıdan, hem de mimari açıdan benzersiz bir yapı. Vatikan Müzesi ve Sistina Şapeli'ni maalesef gezemedik, çünkü gezi planımız önceden belli olmadığı için biletleri önceden alamadık. Online bilet için baktığımda önümüzdeki 3 haftanın tüm biletleri bitmişti. Bunun dışında online bilet almadan girilen bir kısım daha var ama çok uzun kuyruklara sahip. Müzenin ilk açılış saatinde gidebilseydik belki bir şansımız olurdu ama kısmet değilmiş. Belki sırf bu nedenle yine bir gün Roma'ya gideriz, kim bilir :)
Yeme, içme konusunda bizim gibi hamur sevdalısı insanlar için tam bir nimet İtalya'nın geneli. Rastgele girdiğimiz ya da tavsiye üzerine gittiğimiz tüm restoranlarda pizzalar hep güzeldi. Makarna ise taze makarnadan yapılırsa çok fark ediyor lezzet olarak.
All'antico Vinaio: Sıra beklemeye değer bir sandviç dükkanı. Ekmeği zaten mükemmel, içine ne koysanız güzel olur zaten. Porsiyonu oldukça doyurucu. Bu mekanlar sayesinde ayak üstü yemek yemeye ve kaldırımlara tünemeye alıştık :) Birkaç yerde şubesi var. Biz hemen Pantheon'un yakın olanda yedik.
Pastasciutta: Dilediğiniz sosla, taze makarna için en iyi seçeneklerden. Dezavantajı, karton kutuyla veriyorlar makarnayı. Oturacak yer çok az. Vatikan'ın giriş kısmında, ara sokakta küçük bir dükkan.
Pompi: Tiramisu için en çok önerilen yerlerdendi. Birkaç farklı çeşidini yapmışlar. Biz klasik olanı yedik, karton bir kapta alıp ayak üstü yiyorsunuz. Evet, güzeldi ama İtalya'da yediğimiz tüm tiramisular güzeldi zaten, tıpkı pizzalar gibi :) İspanyol Merdivenleri'ne çok yakın konumda.
Tonnarello: Trastevere'nin en güzel sokakların birinde. Pizzaları başarılı. Biz öğlen gittiğimiz için sıra beklemedik ama o saatte bile yoğundu.
Trapizzino: Tok karnına sadece merak ettiğimiz İtalyan sokak lezzeti suppliyi tatmak için uğradık. Suppli mozzarella peynirli, domates soslu, galeta ununa bulanarak kızartılmış pirinç toplarına verilen isim. Lezzet olarak orta halli. Biz Trastevere'deki şubesinden aldık.
Sant Eustachio il Caffè: İtalyanlar'ın kahve içme kültürü bizimkinden farklı. Kahve onlar için, sabah işe gitmeden ya da gün içinde kısa bir mola sırasında bar tezgâhında ayakta içilen bir espresso demek. Uzun uzun oturalım da şöyle bir kupa kahve içelim anlayışları yok :) Bu nedenle Roma'da ve diğer İtalya şehirlerinde bizim alıştığımız şekilde pek fazla kahveci yok. Ancak bir bara girip sadece bir cappuccino içmeniz de gayet normal karşılanıyor. Sant Eustachio il Caffè, istisna olarak bizim sevdiğimiz kahvecilerden. Üstelik paketli kahve, çikolata gibi hediyelik bir şeyler de alabiliyorsunuz. Kafe, San Luigi dei Francesi ve Pantheon'a yakın, merkezi bir konumda.
Dondurmaya, yani İtalyanlar'ın deyimiyle gelato kısmına gelirsek, orada şöyle bir ayrıntı var. Gelato, bizim alışık olduğumuz klasik dondurmalara göre daha fazla süt, daha az yağ içeriyor ve genellikle daha doğal malzemelerle hazırlanıyor. Ayrıca dondurma kadar soğuk derecelerde servis edilmiyor. Bütün bu farklar, gelato'ya yoğun bir kıvam ve nefis bir aroma veriyor ama aynı zamanda çok daha çabuk erimesine neden oluyor :)
Öneri ile gittiğimiz ve de rastgele görüp aldığımız tüm dondurmalar güzeldi. Roma'nın genelinde 1 top dondurma oldukça büyük boyutta. 2, 3 top almadan önce bir düşünmek lazım :)